Dr. Alexis Carrel, İnsan Denen Meçhul’e kaynaklık eden çalışmalarıyla Nobel Tıp Ödülü’nü kazandı. İnsana "meçhul" dedi, ödül aldı yani.
Prof. Dr. Haydar Baş ise "insan gönüldür" dedi. Batılı olmadığı için, bir ödül gelmedi. Ya da Batı'da "gönül" kavramının karşılığı olmadığı için. Batı'nın en cahil olduğu konu.
Batı'da "gönül" ne arar!
Şüphesiz, "insan gönüldür" tespitini ancak bir Türk yapabilir. Ancak bir gönül insanı yapabilir. Ve bu tespiti de, ancak gönül ehli olanlar anlar.
Rahmetli Oktay Sinanoğlu, "sen git Batı'da tarzanca öğren, Batı'da gönül kelimesinin karşılığı yoktur. Çünkü Batı'da gönül yoktur" demişti. Bu sözlerin sahibi Sinanoğlu,gönlünü, Baş gönle bağlamıştı, bilirim.
Gece yarılarına kadar, Baş Hoca hoca ile gönül sohbetleri yaptığına şahit olduğum bu insanı, bir çok defa Moda'daki evine bırakma bahtiyarlığına ulaşmıştım.
Dünyanın 50 yıldır çözemediği matematik problemini çözmüş,bir bilim insanı. "Batı'dan medet ummak, en büyük ahmaklıktır" demişti. Daha neler demişti, neler…
Yunus'un dediği gibi: "Yar yüreğim yar, gör ki, neler var". Yüreği yarmak, gönül işçiliği gerektirir. Yer yüzünün en zor işçiliği, gönül işçiliğidir. Gönül adamı deyip geçemezsiniz.
Gönül yıkmaz ama put kırar. Ama sen kazma olursan, sadece inen kazmayı görürsün. Oradaki sanatı ve inceliği kavrayamazsın!
Denizde çıkan bütün canlılar, yenebiliyor ama bir tek ahtapot yenmez. Çünkü içinde zehir barındırır. Ahtapotu, kuvvetlice iki defa zemine çarparsın, zehri ancak öyle çıkar. Ondan sonra yenecek hale gelir.
İnsan denen varlıkta, öyle zehirler var ki, değil iki, defa on iki defa yere çalsan, belki zehri yine de çıkmaz. İçinde zehir taşıyan "insan"ı yere çalma işi, her kişinin değil, er kişinin işidir.
Onun işine karışılmaz. İçinde “ur” var, sabah ameliyathaneye indiriliyorsun, elleri bıçaklı, insanlar seni yere yatırırlar. Sorar mısın niçin? Kafa tutar mısın? Yorum yapar mısın?
Herkesin, bir mesleği var…
Anamızı, babamızı, eli bıçaklı bu zevata teslim etmiyor muyuz?
Şüphe ediyor muyuz?
Asla.
'İnsan denen meşhul'de, meçhul olmayan onca hastalık oluyor da, "insan gönüldür" de, nasıl hastalık olmaz. Bedeni kesmeye, parçalamaya "ehil" ve "ruhsat" almış kişilerin gördüklerini, biz görebiliyor muyuz?
Peki insan gönlüne girmeye "ruhsatlı", "ehil" kişinin içeride gördüklerini, sen-ben görebilir miyiz? Kim bilir içimizde nasıl rüzgarlar esiyor, ne tür kasırgalar mevcut, bizleri nereye savuracak. Kimsenin garantisi yok.
İnsan, gönlüyle insandır!
İçin, neye teslim etmişse, insan odur. Ruh, hakkı arar ama ruhun önüne setler çekilmişse ya… gönlün önüne barikatlar kurulmuşsa ya… O setleri devirecek, o barikatları kaldıracak, bir "el" gerek.
İşte o el, gönüldür.
Gönül ehlinin, gönlü…
Her gönül de, "el" tutmaz.
Gönül var ama "el" yok.
“El” var ama “ruhsat” yok.
Bilmem, anlatabildim mi?
“Münafıkların ve kafirlerin” gönlüne, kimse bir şey yapamaz. Allah, bu topluluklardan eylemesin. Onlar da, gönül yok çünkü.
Firavun’da göül olur mu, Nemrut’ta gönül olur mu? Yezit’te, Muaviye’de gönül ne arar. En büyük gönül sultanlarına, gönülleri dönmedi.
Bazen doktorlar, "hastanız bizlik değil" demezler mi?
Kim ne yapabilir.
Kimin elinden, ne gelir.
Hiç.
"Erenlere hor bakma sakın, berbat olursun" diye aşık, boşa dememiş. İşte bu anlattıklarımı,insana "meçhul" diyenler, bilemezler. Mevlana'ya gelir, etrafında dolaşırlar ama boş. Kabe etrafında dolaşsalar, yine boş.
Allah'tan ki Kabe etrafında dolaşmaya hakları yok. İslam, seti çekmiş "İnanmayan giremez" diye.
Yunus ne güzel demiş:
"Kişi hacı olmaz gitmek ile Mekke'ye
Eşek derviş olmaz taş çekmekle Tekke'ye"
Mevlana da çok güzel der:
Gönlün ne olduğunu ancak gönül sahipleri bilir..!
Ruhsuz kişi gönlün değerini, ne bilsin..?
Akıl der ki: Ben O'nu dil dökerek, methü sena ederek kandırırım..!
Aşk der ki: Sen sus..!
Ben O'nu uğrunda can vererek aldatırım..!
Hacıbektaş’ta ,“okunacak en büyük kitap insandır” der.
Ne söz ama…
Büyük adamlar, biz küçüklere, bütün sözleri söyleyip gitmişler.
Allah, tutup anlamayı nasip etsin. “Hak bir gönül verdi bana”, onu “hak” bir gönülle, Baş-göz etsin inşallah.