Yalnızız hem de yapayalnız

Yine acın çöktü içime, gecenin karanlığında.

Çok özledim…Kaderde, sensiz hayat sürmek varmış ne yazık ki… Ölümü sana yakıştıramadığımız için, yaşını düşünmeden, bizleri gömeceğini düşünürdük hep.

Ama yoksun işte…

Bir yıl, on beş gün geçti.

Buz gibi dünyada, yapayalnızız.

Ay’a bakıyorum o bile zifiri karanlıkta, güneş ise buz gibi ısıtmıyor artık.

Mevsimler kurudu.

Seninle oturduktan sonra, dağıldığımızda, birbirimizin yüzlerine bakardık, apaydınlık yüzlere sahiptik. Renklerimiz soldu şimdi, birbirimize yabancı kaldık.

Çocuklar gibi şımarırdık senin yanında, hataları görmezdik, hepimiz hatasız gibiydik. Şimdi ise hatadan başka bir şey görmüyoruz.

Kimimizi kahvede aldın, kimimizi camide, kimimizi meyhane…

Şimdi herkes, alındığı yere geri dönmek üzere. Hayatlarımızın yirmi, otuz yılı cennette geçti, şimdi kalan ömrümüz cehennemde mi geçecek böyle…

Günlerce rüyamızda oldun, “gelmişsin bir daha gitmeyecekmişsin”, rüya işte, uyanıyoruz tekrar çekilmez kadere.

Yalnızız hem de yapayalnız!

50 yıllık mücadeleni, emeğini, gayretini anlamayanlara “ben son nefes için siyaset yapıyorum…” diye uyarırdın. “Beni duyanlar uyarılarımı dinleyenler, aksi istikamette hareket ederlerse, mahşerde yirmi tırnağım ile hesap sorarım!” derdin.

Ne yaparsak bize, hesap sormazsın hocam!

Korkmayın ben varım!” der misin yine, kurban olduğum…

Bir milli marşımız “korkma!” der, bir de sen.

Bizim için, milli marş gibiydin vallahi…

Sen bizim Alp Er Tunga’mızdın, emdi üreğimiz yırtulır.

Bahar geldi yine erikler çıktı, çocuklar tabakla önüme koyduğunda, sen geldin gözlerimin önüne… Tuza batırdım, sonra erik mi beni yedi, ben mi eriği, doğrusu bilmiyorum.

Çaya iki şeker atardın, her çay içmede yokluğunu yudumluyoruz şimdi.

Sözlerin çalınmaya devam ediyor. Meral hanım “Atatürk vatandır” dedi. Halen nasıl da taklit ediliyorsun. Bu arada 2001’de Çağlayan meydanında söylediklerin, aynen gerçekleşti. ABD, “soykırım” yalanını tanıdı. 20 yıl önce söylediklerinden ders alnmadı.

“İstanbul sur içinde yeni Bizans kurulmak isteniyor” demiştin ya, Biden İstanbul’a “Konstantinopolis” dedi. İktidar mı? “Sayın Biden!” dışında, bir şey demedi. Kanal İstanbul ile sularla çevrili Bizans kuruluyor. Dilipak “hepimiz Rum’uz!” diye tekrar etti.

Lozan’ı gözlerine soktun ya, şimdi Montrö’yü de çattılar!

Biden’ın ağzını kapatmadılar. İncirlik ve Kürecik’i kapatmadılar ama Türkiye’yi kapattılar.

Senden sonra, “Haydar Hoca büyük adammış” diyenler de çoğaldı. Hayatta iken görmeyenler, şimdi görmeye başlamışlar. Nedense, ben sevinemiyorum, hatta kızıyorum. Ağızlarına kürekle vurasım geliyor.

Bu toplum evliyanın bile ölüsünü sever çünkü dirisini kabullenmezler. Bugün sana “baba” demek istiyorum. Hayatta iken içimden çok geldi ama cesaret edemedim, baba!

Anladım, evlat olmak sadece kanla değilmiş.

Sen hepimizin babasıydın.

Fırçanı bile o kadar özledik ki… Olsaydın da, basmayan kafalarımızı kırsaydın şimdi. Geçen yine düşümde gördüm, bembeyaz bir ihram vardı üzerinde, ayaklarının dibinde çocuk gibi duruyordum. Ve o kadar gençtin ki “parmağın ağrıyor mu?” dedim, “hayır” dedin. Oysa son günlerde işaret parmağını göstermiş, “bu parmağım arada ağrıyor” demiştin!

Affet baba!

Kıymetini bilemedik.

Gideceğin zaman, haber verirsin sandık.

Verdin de aslında…

“Amcam şu kadar yaşadı, babam şu kadar, ben çok bile yaşadım!” demene rağmen, anlamadık ne demek istediğini. Biliyor musun, ölüme aşık olduk hepimiz. Ölümü artık “düğün gecesi” görmeye başladık. Ölüm sende, ölümsüz oldu…

Ne yaşarsak yaşayalım, evlatların omuzlarımızda olacak…

Hepsinden razıyız, tırnakları taşa değmesin.

Sen kokuyorsun onlarda.

Tezlerin, kıtalar dolaşıyor. Dünya “vatandaşlık maaşı” veriyor, bizimkiler zam vermeye devam ediyorlar. Velhasıl, bizde durumlar aynı.

Seni vaktinde görmemenin, dinlememenin ağır vebali, ağızlarda poşet, vergi-zam takip mesafesinde, nefes bile aldırmıyor. Gönül sarayımızdaki müstesna yerinde, hidayetimiz ve de terbiyemiz için hep, sabit kalacaksın. Buluşuncaya kadar, bizimle kal…

Yalnızız hem de yapayalnız
Başa dön