Bir bayram daha geçti O’nsuz.
Üstelik bu bayram, kayınvalidemi kaybettim. Arife günü vefat etti. Bayram günü, saat 16’da, namazını kıldık ve defnettik.
Yakınlarımızın vefatında o teselli eden sesi, “evladım başın sağ olsun” demesi yok mu, acınızı alıp götürüyordu. Şimdi bakıyorsunuz etrafınıza, cenazeye kimler geldi diye.
Acı ve hüznünüz artıyor.
Size bir şey diyeyim mi, cenazeler, ne kadar dostunuz olduğunu sizlere gösterir. Katılamayanların aramaları, baş sağlığı dilemeleri de, önemli tabi…
Gerçek dost, galiba o gün belli oluyor. Acınıza ortak olunduğu gün, tabutunuza omuz verildiği gün… Kısacası, sözün bittiği gün…
Telefonunuz çalıyor, telefonun öbür ucunda kardeşiniz, “annemi kaybettik” diyor.
Kanınız donuyor.
Eliniz ayağınız dolanıyor.
Bir solukta gidiyorsunuz, bir anne ve kızı…
Belediye mi aranıyor, hastane mi, şaşırıyorsunuz.
Şoktasınız…
Nereyi arayacağınızı, bilmiyorsunuz.
Aklınıza ilk gelen, dostlarınızı arıyorsunuz.
Sizi telefonda yönlendiriyor. Ama ne denileni anlıyorsunuz, ne yönlendirmeyi duyuyorsunuz.Çünkü sizi, ölen kişinin hatıraları alıp götürüyor. Bir daha bu dünyada, görememe korkusu sarıyor içinizi.
Bedeniniz, kaskatı kesilmiş ölü yanında ama siz orada değilsiniz. Ölü siz misiniz, o mu, belli değil.
İşte o diriltici ses, yok artık. “Oğlum başın sağ olsun, arkadaşları gönderiyorum” diyen Haydar Hoca yok.
Yeğenim, kafa üstü düşmüş annesi beni arıyor, ben Trabzon’u arıyorum. Çocuk kusuyor, “beyinde sarsıntı var” diye düşünürken, henüz yolda hastaneye götürülüyor, O size diyor ki “korkma kafada zarar yok, çocuğun kusması yediklerindendir”.
Ve tomografi çekiliyor, kafa sağlam meğer yediği abur-cubur, kusmasına neden…Tomografisi çekilmeden, tomografi çeken gönle/akla/öngörüye bak sen!
Canımız, cananımız, üstadımız ve yarimiz…
Düşünsenize şimdi biz aslında neyi kaybettik. Herbirimiz otuz, kırk veya elli yıllık güzel rüyalardan, kabusa uyandık.
Her hasta olanımız, her yakını ölenimiz, halen O’nu arıyoruz.Kayınvalidem rahmetli üstadımızı ekranda dinler ve çok severdi. Rahmetli kocası gibi. O rahmetli, evliliğimin ilk yılları bana sordu ki “senin hoca Atatürk’ü sever mi?”
Tam 29 yıl önce…
“Tabiki sever ve bizlere Atatürk’ü anlatır” dediğimde, “senin hoca, gerçek hocaymış” demişti. İsmet Paşa ile resimleri olan bu adam, BTP’li, oldu. Ölümünde, hocamın sahip çıktığını, yaşadım.
Şimdi tam on yıl sonra, eşi bu dünyadan gitti.
Hocamın yine sahip çıktığını yaşadım.
Gönüldaşlarımdan üç kişi katıldı cenazeye…
Bir de ben, dört kişi…
Bir tabutu da, dört kişi taşır zaten.
Hayatınızda, tabutunuzu taşıyacak dört kişi bulundurun yeter!
Ben 3 kişi buldum, kalan 1 kişiyi arıyorum!
Öyle büyük bir nimet içindeymişiz ki haberimiz yok.
Hayatımızda öyle bir insan varmış ki, başka hiç kimse olmazsa, olurmuş. Öyle bir insanı kaybettik ki, hayatımızda kim olsa, önemi yokmuş.
Aslında yine birlikteyiz ama beden olarak değil. Gönlü o gönle yasla, dünya karşında olsun, önemi yok. Dünya arkanda olsun, o gönül yoksa yine önemi yok.
Bu dünyada tek başıma da kalsam, gönül olarak üstadımla beraber olmak dışında, hiç bir şeyin benim için önemi yoktur.
