Dinlerarası Diyalog fitnesi, bir “virüs” gibi yayılmaya devam ediyor. Korona virüsünün yayılmasını önlemede aşıların önemi tartışıladursun, “diyalog” virüsünün aşısı değişmez: “Allah katında din İslam’dır”
“Diyalog” virüsü istediği kadar “mutasyona” uğrasın, aşısı değişmez. Oysa diğer virüsler mutasyona uğradığı için, 2 veya 3 adet aşı da olsanız, faydası yok geçmiş olsun! “Varyant” ne kadar çoğalırsa çoğalsın, “diyalog” virüsünün aşısı tektir.
“Allah katında geçerli din İslam’dır” ayeti kıyamet sabahına kadar değişmez. FETO dini olan “diyalog” ne yazık ki çok sinsi bir şekilde yayılmaya devam ediyor. Müslümanlar ile gayri Müslümanlar arasında bir diyalogsuzluk söz konusu değil.
Ancak ne hikmetse Müslim ile gayrimüslim arasındaki diyalogdan yola çıkıp, “Dinlerarası Diyalog” rıhtımına bağlarlar. Bu ülkede hiç kimse Müslüman olmadığı için bir baskı göremez, bu kanunlarımızla teminat altına alınmıştır. Müslüman olduğu için, halkı Müslüman olmayan ülkelerde, Müslümanlara baskı da kabul edilemez ve en temel insan haklarına aykırıdır.
En başta Batı Trakya Türkleri, bu en temel haktan mahrumlar. Ve bu “diyalogcular” ne hikmettir bilinmez, ”diyalog” faaliyetlerini Müslümanların sorunları olan ülkelerde yapmazlar. Ama Türkiye’de yaparlar. Çünkü hedef ülke Türkiye!
Feto’cular 1998’den beri “diyalog” fitnesine ‘Hudeybiye Anlaşması’nı malzeme yaparlar. Çok zamandır Hudeybiye’yi kullanmıyorlardı. İki gün önce bu kavramı tekrar duyunca, Nursi’yi ve fetogilleri hatırladım. “Beyoğlu’nda gezen Rumlar, Yahudiler ne güzel insanlardı!” cümlesiyle devam edip, meselenin ‘Hudeybiye Anlaşması’na bağlanması, beni rahatsız etti.
Bakıyorsunuz Hudeybiye’nin maddelerine, anlattıklarıyla alakaları yok. Şaş gözler, çift görür, oysa Hak tektir. İslam Peygamber’inin “barış olsun diye ödün verdiğini” haşa “orta bir yerde buluştuklarını” iddia etmek, fetoculuktur.
Nursi, Gülen’den bile hızlı “diyalogcu ”dur. Papa ile ilk mektuplaşan kişidir. Hudeybiye’yi “diyalog”a meze yapan ilk nursuzdur. Sapı samanı karıştırın ama Hak ile batılı karıştırmayın. “İnsanlar dinleri ne olursa olsun, önemli olan diyalogdur!” diyenler, İslam’ı haçlı mezarlığına gömdüler!
Mevcut iktidar ve eski ortakları “ne istediniz de vermedik!” dedikleri, ülke insanını ya deist, ya ateist yaptılar. Türkler, 14 asırlık dinlerinden soğudular. “Bunlar Müslümansa, ben değilim!” noktasına geldiler.
“Diyalogcu” ağızların şimdi, FETÖ söylemleriyle iman kalesi hükmündeki tertemiz adreslerin samimi ve iyi niyet duygularını istismar ederek, virüsler yaymaları kabul edilemez. Yahudilere, Rumlara güzellemeler dizmeleri, akledenler için kahredici…
Prof. Dr. Haydar Baş Hoca merhum, “Diyalog ülkeyi işgale gelen düşmana karşı koymayalım diye yapılan bir işgal planıdır” demişti. Yoksa Yahudi ve Hıristiyan ile ticaret de yapıyoruz, komşu da oluyoruz. Oturmuş kültürül bir anlayış ve karşılıklı saygı var. Hangi kompleksin sonucu olarak, Müslüman’ı hoşgörüsüzlük ile suçlarız!
“Diyalog” adı altında “silahsız işgale” karşı elbette hoşgörülü olamayız. Şii-Sünni ayrımını yok etmek üzere “hoşgörü ve diyalog” demeyenlerin, “Dinlerarası Diyalog” tezgahı, tam bir Vatikan işidir, bu böyle biline.
“Ehlikitap” diyenlerin Ehl-i Beyt’te buluşma derdi olanları anlamaları, asla mümkün değildir.
Yahudi ve Hıristiyanlara Allah, “Ey Ehl-i Kitap!” der, “Ey kafirler!” der. Bunu eğip bükmek veya yumuşatmak elimizde değil. “Yahudi ve Hıristiyanları dost edinmeyiniz!” diyor. Ne yapalım şimdi, bu hitabı ve emirleri, “diyalog” uğruna yok mu sayalım!
“Diyalog” virüsüne karşı hepimizi, Haydar Hoca aşıladı. “Virüs”, ne kadar “mutasyona” uğrarsa uğrasın, kaçıncı “varyantı” çıkarsa çıksın, bizlere sökmez!
Üstadımız hayatta iken iki cümle desteği olmayanların, “virüs” yayan nefeslerine, şimdi ihtiyacımız yoktur. “Allah katında din İslam’dır” hakikatine ve Ehl-i Beyt’e can simidi gibi sarıldık. O’nunla buluşuncaya kadar, çizgimiz budur.
