Ruhsuzlara sorma sen O’nu!

Bedenen aramızdan ayrılalı, iki yıl olacak neredeyse.
Bu iki yılda, kendi zifiri karanlığımızı yaşıyoruz.
Pamuk elleri öpüşümüzün üzerinden, iki yıl geçmiş olacak. Şefkatle bakan gözleri, son temaşa edişimiz üzerinden de, iki yıl geçmiş olacak.
Halimizi değiştiren, bizi kendimize getiren o bakışlar…
Bakmaz görmez sanırsın ama en arka sırada duranı da, en önde oturanı da gören o bakışlar… Seni görmedi sanırsın ama halin değişir. Halden hale sokan bakışlar… Akçaabat Sarıtaş’ta iken ruhun, Ravza’yı boylar.
Zamanı deldirir, mekanı dürer senin için adeta. “Kevn-ü mekan elindedir” halini, aynel yakin yaşarsın.
Bütün bunlar o bir bakışla olur, göz açıp yumuncaya kadar. Allah’ın zaman içinde zaman yaratmasına, şahit yapar seni.
Trabzonspor’u konuşuyordur o an. Herkes ayrı pencerelerden başka bir şey seyrederken, o hayatın içinde, hayatın gereklerini konuşur.
Kim ne kaybettiyse o kadar yanar.
Ruhunu kaybeden, ölmüş sayılır. Yaşayan ölüler gibi geziyoruz, şu dünya sürgününde. Mustafa gibi Er olamadık ki, peşinden gidelim!
Rüyalar ayrılık hasretini dindirmiyor. Öyle bir hasret ki, ölünce sona erecek. İnsana verdiği değeri anlamak için, insan olmak gerekiyor galiba. Kendine gelen her canı, canan göndermiş titizliğiyle ilgilenirdi.
İnsanı, dokunması için tanrı tarafından kendine gönderilmiş bir şaheser olarak görürdü. Öyle özenip bezenerek dokurdu. Dokuma işine kendini o kadar adamış bir sanatkar ki, kelimeler kifayetsiz kalır, bunu anlatmada.
İşine karışılmasına asla müsaade etmez çünkü O’nun işi, Allah işi. “Geldiğin yolda gelecekleri  getir” işi. Getir-götür işi derler ya, tam da bu işi tarif eder. Getirmeye ve götürmeye memur. Önce seni kendine getirir, sonra gitmen gereken yere götürür.
Öyle memur ki Çalap’ın memuru.
Yunus’u hatırladım Çalap deyince

Gönül Çalap’ın tahtı
Gönle Çalap bahtı
İki cihan bedbahtı
Kim gönül yıkar ise

Gönülleri Çalap’ın bakacağı dekora kavuşturmak için uğraş veren, gönül işçisi.
Gel de, gönülde çıkar!
Gel de, aklından çıkar!
Gönlü olanın gönlünden çıkmaz, aklı olanın aklından. Çünkü ikisine de kamil manada hitap etmişti. Ve ruha hitap etmişti.
Ruhsuzlara sorma sen O’nu!
Şems’i Mevlana’ya bir kez sordular, ölene dek susmadı. Mesnevi’yi yazdı. Anlatabildi mi, elbette hayır. Aşkı ve aşk ehlini anlatmada kelam ve kalem yeterli gelmez. O yüzden Mevlana, “bizi ariflerin gönlünde arayın” dedi.
Bu vadide, her aşk ehli bir şey söyler ama hiç biri birbiriyle çelişmez. Muhiddin-i Arabi “arifler için din yoktur” der. Prof. Dr. Haydar Baş üstadımız da “din, insanı Allah’a ulaştırmaya vasıtadır” der.
Vasıl olan için yol bitmiş, vasıta ihtiyacı sona ermiştir. Dini vasıta değil de amaç sananlar ne anlar gönülden, bahtan ve Çalap’tan…

Ölüm insan bedeni içindir, gönüller ölmez. Hayatta iken gönlümüze dokunan, özümüze şekil veren, dekor dekor işleyen el, öldükten sonra da öpülür. El dediğin et ve kemik değil, manadır.
Manayı öldüren, kendini öldürür. Kendini öldüreni de, kimse diriltemez.

Ne acımız biter, ne sözümüz. Vazgeçemediğimiz bir sevda ve asla kabullanamadiğimiz bir yalnızlık içindeyiz. Cengiz Aymatov ne güzel demiş:

“Gün gelir insan anlar ki her şey yalan..! Geriye vazgeçemediği bir aşk ve kabullenemediği bir yalnızlık kalır”

 

Ruhsuzlara sorma sen O’nu!
Başa dön