Müslüman toplumlar veya topluluklar, Peygamber dönemi ve sonrası gelişmeleri iyi tahlil etmeliler. Çünkü O’nun dönem, insanlık tarihinin bir özetidir. Efendimiz döneminde Ebubekir, Ömer, Osman Ali vardı, yaşadığımız dönemde de vardır.
Tabi ki, temsil ve sıfat olarak vardır. Hatta Talha ve Zübeyir bile vardır. Hüseyin ve Yezit de vardır. Dedim ya sıfat olarak vardır, isim olarak aramayın. Ebubekir-Ömer ikilisinin Sakife’de yaptıkları yanlış, İslam’ı götürüyordu ki, Hüseyin’in kanı kurtardı. Hüseyin çıkarmasaydı, Arap çölüne gömülmüştü İslam.
Tevhidi, Hüseyin’in kanı kurtardı.
“Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor tevhidi” diye şair, ne güzel ifade etmiş. Hüseyin’in, Yezit’e biat etmemesini, 72 kişi haricindekilere sorsanız, “fitne” olarak yorumlarlar. Oysa onların “fitne” dedikleri şey, bir kurtarma harekâtıydı.
Tevhidi kurtarma harekâtı!
Bir kişilik bir eylemdi, 72 kişiyle Kerbela’ya gömdüklerini düşündüler ama İslam küllerinden, yeniden doğdu. Kıyamet sabahına kadar, tek hidayet yolu olarak, varlığını devam ettirecek. Allah’ın “nimet verdiklerinin” yoludur, hidayet yolu. Ve “nimet verdikleri” 5 kişi olan Ehl-i Beyt’tir. Gerisi, laf- ü güzaf…
Biz Müslümanlar aslında, “TEK HAK DİN İSLAM“I, İmam Hüseyin’e de borçluyuz. Yani o bir insanın, yerinde ve zamanında yaptığı “İTİRAZ” hamlesine borçluyuz. O bir insanın itirazı ve isyanı olmasaydı, bugün İslam yoktu.
Demek ki, itiraz ve isyan kültürü, Ehl-i Beyt merkezlidir. Sürü halinde çoğunluğun bindiği gemi, hidayet gemisi olmayabiliyor. “Gel Muharrem!” der gibi “ver elini Ömer!” ile başlayan Sakife talihsizliği, Müslümanları bugün bile “Yezit” benzeri idarecilerin elinde inim inim inler duruma düşürmüştür.
Hep, Muaviye ve Yezit figürleri üzerinde durulur da Talha ve Zübeyir figürleri nedense akla gelmez. Dedik ya her dönemde hepsi vardır diye. Yeter ki, rabıtanızı Ali aynasına kurun!
Ali, bu ikisinden çok çekti. Ali’ye biat ettiler ama sonrasında biatinden döndüler. Eğer dönmeselerdi, Sıffin olmayabilir veya farklı sonuçlanabilirdi. Şartlara göre Ali’nin yanında durdular. Çok basit bir menfaate, sattılar Ali’yi. Ali’nin yanında durduklarında da ikili oynuyorlardı. Onlar zamana oynayan ayrılmaz ikili, şartlara oynayan, iki fırsatçıydı.
Basit bir konum uğruna, “çok az bir bedele” hakikati satan ikili. Ebubekir Ömer karışımı düşünün, içine biraz da Muaviye katın, sonra ikiye bölün ve “Zübeyir-Talha” diye çağırın!
Nere gitseler birlikteler, birini görseniz ötekini hatırlarsınız. Her konuda aynı düşünürler, toplum içindeyken farklı düşünüyor görüntüleri verseler de, aynı yere tükürürler. Rüzgâra karşı tükürmemeye özen gösterirler ama sonuçta hep hakikate tükürürler.
Bunlara” peygamberin ashabı” diyenler peygambere hakaret ederler, emin olun. Peygamberin ashabı Ali’ye sahip çıkanlardır. Bunlara peygamber ne yapsın!
Ali’yi terk sebepleri tamamen duygusal!
Maddi sebepler!
Ali’nin Beytü’l-Mal’den herkese eşit pay dağıtmasını, nefis yaptılar. Ali karşılarına alıp nasihatte bulundu. “ Siz ikiniz, otorite ve istikamet konusunda ortağım, zor ve sıkıntılı anlarımda yardımcılarım olmalısınız” dedi. Ali’de bunları siyam ikizi gördüğü için, ikisini bir görüp, aynı şeyi söylemiş olmalı. Tek tek konuşma gereği duymamış!
İkisini de Ali, danışmanı yapmıştı ama adamları kesmemiş. Bir süre danışmanlığa razı gelseler de, birinin kalbinde Yemen valiliği, diğerinin kalbinde Irak valiliği yatıyor. Kalbinde sadece, Ali memnuniyeti ile yetinen Ebuzer değiller ki, ne yapsın Ali!
Kardeşi Akil bile istediğini alamayınca Muaviye yanına gitmişti.
Şimdi söyleyin;
Ali’ye kardeşi Akil mi yakın, Ebuzer mi?
Veya hangisi kardeş?
Ali derdine düşen mi, mal derdine düşen mi?
Her şey, size de çok tanıdık geldi mi?
Adeta zaman dürülmüş, biz o günlerdeyiz. İsim olarak takılmayın, sıfatlara ve cibilliyetlere bakın, uykusuz kalırsınız.
Yalnız kalırsınız!
Hakikat güneşine vurulanların imtihanları, gölgede kaldıklarında başlıyor olmalı. Güneş çekilip, karanlık geldiğinde, içindeki lambayı yakamayanlar, hakikat yerine konum ve mal derdine düşerler. Sonra elleriyle yaptıklarını, helva diye yerler.
