“Depremde 13 milyon kişi, 4 milyon yapıda etkilendi. Göçen yapı 6000… Kurtarmacı sayısı 2400 kişiye erişmiştir. 10 gemi 54 helikopter, 85 aş aracı iş makineleri yer alıyor Göçük altında kalan 194 bin kişi var. Yalnızca 8 bin kişi kurtulmuştur. Soğuk -5 derece…”
Bu bilgiler, Deprem Uzmanı Prof. Ahmet Ercan’a ait. Tablo ortada. Bir Malatyalı olarak ailemin şuan yaşadıklarından olayı anlatmaya çalışayım:
Salı saat 13.22 itibariyle söylüyorum. Kardeşlerim evlerini ve iş yerlerini kaybettiler. Köyde kendilerine ait bir evin bahçe katında 50 metre karelik alanda, artçı sarsıntı olduğunda kolay kaçmak için 8 aile olarak bir soba etrafında hayatta kalmaya çalışıyorlar.
Şehre ekmek bulmak için çıktılar sabah 8’ten itibaren şuana kadar bulamadılar. Geçtik ekmeği un aradılar, un bulamadılar. Hayatta kaldıklarına şükrediyorlar ama bebekler ve çocuklar var. Yaşlı var. Hasta var. Durum bu ve kimse bizden farklı değil. Evleri arabaları, dükkanları, iş yerleri vardı, yok oldu gitti biranda.
Sokakta ölü görüntülerini dahi sosyal medyadan gördünüz.
Gerçekler sosyal medyada, yalanlar ise yandaş medyada!
İnsanımız ciddi derecede olaya sahip çıkıyor ama bu sahip çıkmayı organize edecek bir irade yok. Olayın ta ilk saatlerinden itibaren, hepimizin duygusu düşüncesi neydi, devletin olaya sahip çıkması öncülüğünde, vatandaş olarak bir bilek bir yürek olmak. Her türlü siyasi görüşü bir kenara bırakıp, ve acımızı yaşayıp, yaraları sarmak…
Hemen herkes bu güzel niyet içinde iken, memleketin dâhilinde iktidara sahip olanlar, böyle bir felaket gününde dahi siyaset yapma gafletinde bulundular. “Cumhur, mummur!” deyip durdular. Etrafına doluşup ağlaşan vatandaşların yüzlerine bakmamak için, ellerinde telefonla oynadı bakanlar.
Çıkarılmayı bekleyen canlar, sarılmayı bekleyen yaralar, öylece duruyor. Deprem anından itibaren otuz kırk saati geçmiş, kurtarmada ilk saatler önemli. Vatandaş, tırnağıyla enkaza müdahale ederken, etrafında kimseyi göremedi. Bina sayısı ile kurtarıcı sayısını, girişte verdik, her binaya bir kişi bile düşmüyor.
Malatya gibi yerde ikinci ordu var.
Peki, nerede bu askerler?
Kışlasındalar.
Vatandaş haklı olarak soruyor: “ Devlet bugün benim yanımda değilse, ne zaman yanımda olacak!”. Haklı mı haklı… Devletlerin aktif güçleri, ordularıdır. Orduları olmayan devletler, devlet sayılmazlar. Peki, bizim ordumuz nerede? Ne oldu ordumuza da, böylesi bir felaket gününde görünmez ordular.
Çok şey oldu ama bir şeyi hatırlatalım:
EMASYA Protokolü olsaydı, bugün insanımız kar ve göçük altında bu kadar bekletilmez, Mehmetçik olaya müdahale eder, belki de sevdiklerimiz aramızda olurlardı. 2010 yılında “darbeye zemin hazırlıyor, demokrasinin boynuna geçirilen kement!” denilerek iptal edildi.
EMASYA (Emniyet-Asayiş-Yardımlaşma Protokolü) askeri birliklere şehirlerdeki olaylara doğrudan müdahale imkânı tanıyordu. Bu imkân ordunun elinden alındı. Ordu kışladan çıksa “darbe” yapmakla suçlanır. Askeri hastaneler olsaydı bugün, her şey farklı olurdu.
Şehirlerde açlık beraberinde yağmayı getirir ve bunun emareleri görülmeye başlandı ama ortada henüz ne asker var, ne polis. Vatandaş kendi imanlarıyla, yağmacıları kovalıyor. Kurtarılmayı bekleyen insanlarımız varken, iktidarın hizmeti rahat ölelim diye camilerde okuttuğu sela oldu. Uygulamalarıyla insanımızı ayakta uyutan iktidar, enkaz altındakileri uyutarak öldürüyor herhalde!
Ve iktidara, bu yetkiyi “bidaha, bidaha” diyerek verenler, şuan enkaz altında ölmeyi bekleyenler, aç ve susuzluğa mahkûm edilenler. Kızayım mı üzüleyim mi, öleyim mi, çatlayayım mı, bilmiyorum!
Malatyalıları, ikna edemedim 20 yılda. AKP sevdasından vazgeçirtemedim, bir hemşehrileri olarak. O sevda bugün canlarını aldı. Hem de, varlarını yoklarını betona yatırarak. Faizlerle para çektiler, kendilerine “ev” diye süslü püslü mezarlar aldılar. Daha ölmeden o mezarlarda kendi selalarını dinlediler.
Kahroluyorum… Bu şehre Haydar Hoca kaç kez geldi konuştu oysa. “Yapmayın Malatyalılar, serap görmeyin, bunlara uyarsanız ülkede batar sizler de!” diye adeta yalvardı.
“Bu iktidar, yanlış yolda beni iyi dinleyin! Ben sizlerden oy istemeye gelmedim, sizleri kurtarmaya geldim!” sözleri hala kulaklarımda çınlıyor. Vahşi kapitalizmin “din” soslu uygulayıcısı bu iktidar, sadece Malatya’yı değil, bütün bir ülkeyi faiz ve beton enkazının altında bıraktı.
Vatandaş kendi seçimine “kader” diyerek Allah’ı suçlamaya devam ederse, bugün 10 şehir yarın bütün ülke, aynı enkazın altında kalacak. Ben siyaset yapmıyorum, gerçeği bu kadar acılı günlerde tekrar haykırıyorum.
Siyaset yapanlar, enkaz altındakiler öldükten sonra, yiyecek ve içecekleriyle gelip, ölülerinizi doyurmaya çalışacaklar. Yeni vaatlerde bulunacaklar, sizlere ev diye yeni mezarlarınızın anahtarlarını dağıtacaklar. Sizleri tekrar borçlandırıp, gidecekler.
Siyaset yapanlar, “her şey kontrol altında” diye yalan söyleyecekler. Haydar Baş’tan bana kaldığına inandığım öngörülerimle, ben O’nun takipçisi olarak, onca engellemelere ve onca dallamalara rağmen, sizleri çok uyardım.
Eski yazdıklarım ortada. “Ekmek kuyruğuna gireceksiniz!” dedim. “Savaş kapıda evlere gıda depolayın!” dedim. İşte sizlere savaş! “Dağı taşı ekin!” diye 5 yıl önce yazdım. “Bu gidişle Türkiye kıtlığa mahkûm!” diye, 7 yıl önce haykırdım. FETÖ illetine 1997’den beri, bu iktidara ise 20 yıldır anlatıyoruz.
Buradan bir daha hatırlatıyorum:
Esas ölümcül darbeyi İstanbul’dan alacağız. Milyonlar ölecek. Ölülerimiz sokaklarda kalacak. İstanbul işgal edilecek, “kurtarma” tezgâhıyla. Bunu ilk yazan kişiyim, bugün herkes dediğimi seslendirmeye başladı.
‘Depremde İstanbul’un boşaltılması’ kim için projelendirildi. İktidarın görevi depremde İstanbul’u boşaltmak olmamalı. İstanbul’u imar edip depreme hazırlamak olmalı. İstanbul BOP kapsamına alındı. Kanal İstanbul, BOP gereği yapılıyor. Oysa o parayla İstanbul yeniden imar edilir.
Deprem kılıfıyla İstanbul’u boşaltma projesi, İstanbul’un Türklerden arındırılması ve söz konusu proje sahiplerine tesliminden başka bir amaç gütmüyor. Ekonomik çöküş sonucu zaten Türkler, İstanbul’u terk etmeye başladılar bile. Ev alan yabancılar, ev kiralayan yabancılar, taksici bile yabancıya duruyor, sana bana durmuyor.
Dedeağaç’ta bekletilen ABD askerleri, İstanbul depremini bekliyorlar. ABD elçisinin İstanbul Boğazı’nda, ABD gemisinden verdiği poz, sevgilisi için değil. Sırtlanlar tarafından, yendiğini izleyerek can veren ceylan gibisin Türkiye’m!
Sen, dizi izleyemeye devam et!
Katar’a giden asker enkaza gidemedi!
Bunu sakın sorgulama!
