Ülke öyle bir çıkmazdaki, seçimlerin bu işe çözüm getireceğine inananlara lafım yok, inansınlar. Ancak Türkiye, seçimle kurtulma şansını kaybedeli çok oldu. Bir zamanlar oy vererek kurtarabilirdik ülkemizi ama artık can vererek bile zor kurtarırız. Nedenini anlatmaya çalışacağım:
7 Haziran 2015 seçimleri Türkiye’nin normal son seçimiydi. Bu seçim sonucuna göre AKP birinci parti çıkmış ama tek başına iktidar olamamıştı. Partinin başında olan Davutoğlu koalisyon görüşmeleri yapmış ama başaramamıştı. Çünkü CB Erdoğan bunu, istemiyordu. Türkiye’nin tekrar seçime girmesini istiyordu.
Nitekim Bahçeli’nin her zamanki gibi ülkeyi seçime götürme üstün becerisi(!) devreye girmiş, seçimleri yenileme kararı alınmıştı. Seçime gitmeden Türkiye’de çok büyük terör olayları yaşandı. Ankara ve İstanbul’da büyük patlamalar oldu, yüzlerce insan sadece bir patlamada öldüler.
Tesadüf mü bilmem ama o zamanki AKP yetkilisi Başbakan Davutoğlu “Şimdi Ankara’da ki terör saldırısı sonrasında anket yaptık ve kamuoyunun nabzını tutuyoruz oylarımızda bir yükseliş trendi var.” demişti.
7 Haziran seçimleri sonrasında, Türkiye’deki hiçbir seçiminin normal seçim olmadığını görmemiz gerektiğini anlatmaya çalışıyorum. Anayasaya aykırı olduğu halde mühürsüz oylar geçerli sayılarak, Türkiye’nin rejimi değiştirildi., daha ne olsun!
Bir de buna 15 Temmuz hain kalkışması eklenince, Türkiye bambaşka bir sürece girdi. Kalkışmanın arkasında ABD vardı, önünde FETÖ vardı, buna itirazı olan yok. Peki ABD, bu kalkışmanın Erdoğan’ı ve yönetimini nereye taşıyacağını bilmiyor muydu? Benim tanıdığım ABD, bunu bilir.
O zaman Erdoğan’a destek uğruna ABD, Pensilvanya Cemaati’ni harcamış mı oldu? Bu ‘Cemaat’i Erdoğan’ın hizmetine veren de ABD idi, hizmetinden çeken de. Öyleyse yaşananlar, tiyatro muydu?
Sonuçta harcanan Türk milleti ve de devleti oldu. Kapanan Harp Okulları, kapanan askeri hastaneleri, yok edilen askeri itibarı düşününce, çay bardağı toplayan paşalara, sarıklı amirallere kolay gelinmediği anlaşılır.
Bu süreç aslında, planlanmış zifiri bir karanlığa geçişti. 7 Haziran seçimlerinin hemen ardından Bakırköy’de verdiği bir iftar programında Prof. Dr. Haydar Baş “Türkiye zifiri karanlığa girdi” demiştir.
Daha sonraları ise ekranlarda o meşhur çıkışı hala hepimizin kulaklarında yankılanıyor: “Türkiye’yi zifiri bir karanlığa soktunuz. Buradan çıkarmanız da asla mümkün değil. Hodri meydan… Net konuşuyorum…”
Evet, gerçekten net konuşmuştu o hayatı boyunca her şeyi net konuşur. Lafı eğip bükmeden KİTABIN ORTASINDAN söylerdi, kendine has üslubuyla. Yaşananlar ve sonuçlar ortada. Türkiye’de sistem/rejim değişti. Ama millet bunun hala farkında değil.
Yeni sisteme göre yüzde 50 artı 1 oyu alan bir parti değil ittifak kazanacak. Ve iki adet ittifak oluştu veya iki masa… 30 Ekim 2018 tarihli makalesinde Haydar Baş şunu da söylemişti: “Türkiye’de mevcut iki ittifakın da birbirinden farkları yok ve bunlarla ülkeye bir hizmet olacağına inanmıyorum”
Sonuçta seçimlere sayılı günler kala, milletin önüne iki masa kurulmuş vaziyette. Masanın birinde aday Erdoğan, diğerinde Kılıçdaroğlu. Erdoğan karşısında muhalefet lideri olarak sürekli kaybetmiş bir insandır Kılıçdaroğlu
Erdoğan karşısında sürekli kaybederken, Erdoğan’ı zorlayacak isimleri de sürekli harcamış bir kişiliktir. Baykal, Sarıgül, İnce ilk akla gelebilecek isimler… Ama bunlardan daha da önemlisi Meral hanımın hamlesiyle Erdoğan’a seçim kaybettirecek iki isim Kılıçdaroğlu’na koltuk değneği yapıldı. Olayın ne kadar tiyatro olduğu sadece bu gelişmelerden bile okunur.
CB yardımcılığı diye kanunda dahi yeri olmayan bir formül ile Yavaş ve İmamoğlu Erdoğan’a rakip olmaktan alaşağı edildi. Kılıçdaroğlu adeta Erdoğan’ın rakiplerini imha eden bir makine. Bundan sonra onların liderlik şansları da sona erdi, kim ne derse desin.
Erdoğan’ı rakipsiz bırakan Kılıçdaroğlu muhalefet mi gerçekten! Ya da bu iki güçlü ismi Kılıçdaroğlu’na yardımcı veren ve ‘AKP evimde kuruldu!’ diyen Akşener mi muhalefet? Davutoğlu, Babacan ya da Molla mı muhalefet? Bunları muhalefet zannedip, saray taşlayacak çocuk değiliz en azından!
İki masa var ve bu iki masa da Suriyeliler konusunda sessiz. İki masa var ve bu iki masa da anayasanın ilk 4 maddesi konusunda, sorunlu düşüncelere sahipler. İki masa da Atatürkçü düşünceden uzak… İki masa da kapitalist liberal ekonomiye inanırlar. İki masanın da ekonomiye dair çözümleri yok.
Bu iki masada, nasıl bir çözüm beklersiniz!
İkisi de aynı sadece renkleri farklı!
Masaların görevi Erdoğan’ı koltukta tutmak!
Ne yazık ki Erdoğan yine kazanacak ve görevine devam edecek. “Erdoğan insin de ne olursa olsun!” olayı da, ayrı bir tuzaktır. “Bizi Saddam’dan kurtaracak!” düşüncesiyle ABD askerlerine gül verecek Iraklıları iyi hatırlayın. Onlar da Saddam gitsin de ne olursa olsun düşüncesindeydiler. Saddam’ı yaratan ABD, Irak’ı Saddam’dan kurtarmaya(!) geldiğinde, yerine eskisini bile aratacak bir düzen hazırlamıştı.
Sonuçta olan Irak’a ve Iraklıya oldu. BOP’un kapsama alındaki Irak parçalandı, Suriye parçalandı. Sırada İran ve Türkiye var. Irak ve Suriye olması için Türkiye’nin tek adamla yönetilmesi gerekiyordu. Ancak Türkiye, Atatürk’ün kurduğu demokratik laik bir cumhuriyetti. Bundan uzaklaşmak gerekiyordu, uzaklaşıldı.
İzlenmesi gereken süreçler bir bir yaşandı. Sıra Türkiye’nin Suriyelileşmesindeydi, Suriyeliler de geldi. Yetmedi Afganistan ve Pakistanlılar da geldi. Bu seçimi de Erdoğan almalı ki, son süreç de başlamış olsun. BOP süreci işlemeye devam ediyor. Küresel hesapları görmeden ne seçimleri, ne de seçim oyunlarını göremezsiniz.
