Bir kaç gündür, memleketteydim.
Hasret giderdik, aile bireyleriyle.
Köyüme gittim. Yıkılmış, harap olmuş köyümün, son kalıntılarını gördüm. Baraj altında kalan ve sadece rüyalarımda, eski halini gördüğüm köyüme, hemen her yıl giderim. İnsan doyduğu yerde yaşasa da, doğduğu yeri unutamıyor.
Yüzlerce yıllık köy, harap oldu.
Dedem, ninem ve amcamın mezarları, sular altında kaldı. Okulumun, duvarlarına baktım. Yıkılmış pencerelerinden, geçmişe gittim. 5’e kadar, burada okumuştum. 4 ve 5’ler birleştirilirdi. Siyah önlüğümü üstümde, beyaz yakamı boynumda sandım, bir an…
Ey zaman!
Sen, ne acımazsızsın!
Nasıl bir değirmensin ki, ömrümü öğüttün!
Köyün camisinin yerinde, suya kurbağalar atlıyor. Çeşmesinin suyu kesilmiş, beton ve taş yığınları duruyor. Anneler, kızlar, sitillerini suya tutarlarken o çeşme başında, sohbet ederlerdi, kısa da olsa…
"Asbab yuyacağım" diyeni mi dersin, " akşama aş bişireceğim" diyeni mi veya "ineğin kuzladı mı!" diyeni mi, kendi yerel şiveleriyle konuşur, dertleşirlerdi. Asırlardır, konuştukları bir dil vardı.
Baraj sadece evleri, tarlaları, bahçeleri yok etmedi, dili ve külltürü de yok etti. Öz Türkçe konuştuğumuzu, ancak liseye gittiğimde anladım. "Koyunları apar, ötegeçenin bağların üstünde yay!" sözünü, o köyde yaşamayan anlamazdı.
Düğünde "simsimi" oynamayı, "ataş üstünde atlama"yı, “tomuz”u, ”takka”yı, “eyvan”ı “dam”ı, “loğ”u,“süyük”ü, o köylü olmayan bilmez. "Gökde Tanrı şahit ki..." diye söze başlandı mı, geri dönüşü olmazdı.
Bir kavgaya kadın dahil olsa, anında başlar öne eğilir, kavgalar sona erer, herkes geri çekilirdi. Bir başka gün, o kavga devam edebilir, şayet kadın yoksa. Düşmanın dahi, namusuna, saygı ve hürmet vardı. Düşmanın çocuğu bile evlat gibi korunurdu.
Herkesin yaylası vardır, izinsiz kimsenin yurduna, konulmazdı. Yurt, namus gibi kutsaldı. Yurt dediğimiz, keçi kılından çadırın kurulduğu etrafı duvarlarla çevrili, 60 ya da 70 metre karelik bir alandır.
Obalar vardı. 10 veya daha fazla çadırlardan oluşurdu. Her çadır önünde bir, at veya katır olurdu akşamları.
Geceleri, gökyüzüyle arkadaş olunurdu, ister istemez. Gece yolculuğunda, ay varsa ışığa ihtiyaç yok demektir. Uyusanızda, ay ve yıldıza bakarak uyursunuz yaylada.
Her yörük, Ay ve Yıldız hayranıdır. Çünkü kundaktan beri, anne yüzünden çok, Ay ve Yıldız görürler. Ay ve Yıldız, bir yörük için, anne yüzü gibi sıcaktır.
Yerler elegeçse bile göklerde ,Ay ve Yıldız vardır, UNUTMAYALIM.
Türk'ün bayrağını, Tanrı dikmiştir aslında!
Allah'ın göklere diktiğini düşman indiremez!
Bosna Lideri Aliya İzzetboviç, Batı'ya, "her yere haç dikseniz bile başınızı kaldırdığınızda, gökyüzünde hilali göreceksiniz" demişti. Bu söze o kadar hayranım ki, anlatamam. Valla arkadaşlar, ben köyümü anlatıyordum ama duygular, beni başka bir vadiye getirdi .
Neyse…
Kahrolası kapitalizm, benim köyümü elimden aldı. Yaylamı, taşımı, toprağımı, dilimi elimden aldı. Ferda ve Zeynap halayı, anamdan ayırdılar. Hacıana'yı hele, unutmak mümkün mü!
Ölüm ayırır herkesi ayrı konu ama baraj, ölümden acı geldi herkese. 22 yıl geçti, acısı geçmiyor. Baraj köyü, çeşmeyi, camiyi dağıttı. Üzerinde at koşturduğumuz, yarış yaptığımız, hatta eşekten düştüğümüz, Çevlük'ün Çayırı'nı, altına aldı. Berk Pınarı'n suyunu kuruttu, Değirmen Önü'nü ve Kervan Yolu’nu yok etti.
Bir Ekonomik Tetikçinin İtirafları'nı okuduysanız eğer, sadece "baraj" altında kalan köyünüze ağlamazsınız. Barajların kapitalizmin sonucu olduğunu, bilirsiniz. Baraj altında kalan, sadece köy veya köyler değil. Geçmişiniz ve geleceğiniz de, "baraj" altında kalmıştır.
“Baraj altı” olan, daha ne gerçeklerimiz var bizim. Baraj altı olan, tezler var, görüşler var bu ülkede, onlar için ağlamadığımı mı sanırsınız!
Bir düşünün lütfen, ülkenizde çok büyük kaynaklar var. Bu kaynaklar, işletildiğinde, kimse yoksul olmuyor. Ülkede, yoksulluk, canlar almayacak, ocaklar söndürmeyecek. Fakat bu görüş, bu düşünce, “baraj” altında kalmış.
“Ben sadece Gümüşhane altınlarıyla, 100 milyonluk Türkiye’ye, 100 yıl bakarım” diyor Haydar Hoca. “Ülkenin 3 katrilyon dolar kaynağı var, kıyamet sabahına kadar bize bakmaya yeter” diyen bu insan, mecliste değil.
Yani kaynaklarınız “baraj” altı…
Sadece “baraj” altında kalmış bir köye, ağlanır mı!
Aslında ben, “baraj altı” olmuş ülkeye, ağlıyorum!
“Vatan, Türk’ün ayak bastığı her yerdir” diyen Baş Türk’e kulak vermedikçe, başımızı yerden kaldıramayız. Başı eğik bir toplum, gökyüzüne bakamaz. Gökyüzüne bakamayan, ay ve yıldızı göremez.
Ayyıldız’ı göremeyenden de, hiç bir şey olmaz.