Bir bayram arasından sonra, yine birlikteyiz dostlar!
Umarım, bayram günleriniz iyi geçmiştir. Benim çok iyi geçti?
Demiştim size, Trabzon'a gidiyorum diye?
Gittim ve döndüm.
Camia olarak oradaydık.
Baba evindeydik.
Bir babanın evlatları olarak, hepimiz bir aradaydık. Cumartesi gece saat 2 gibi vardım, üstadımız Prof. Dr. Haydar Baş hocamın evine?
Büyükçe bir mescitte, uzaktan gelen arkadaşlarımızın bir kısmı dinlenmeye çekilmiş, uzanmış yatıyorlardı. Bir kısmı da, bahçede ve evin önündeki avlularda, muhabbet ediyor, halleşiyorlardı.
Uyuyanlara bakıp içimden, "bir gün hiç kalkmamak üzere, işte bu dostlarla yan yana yatacağız" dedim.
Sanki, içinde kendimin de olduğu sıra sıra mezarlarımızı gördüm. Çok duygulandım. Allah, herkese uzun ömürler versin, geçinden versin ama ölüm hak?
Geçen bayram aramızda olan Mehmet Garaçoğlu ağabeyim, bu bayram aramızda değil, hakkın rahmetine mazhar oldu. Kıymetli kerimelerinin düğünü var bugün, şimdiden tebrik ediyorum, evladımızı?
İşte böyle dostlar!
Üstadımızın avlusunda sohbet ederken, kendileri teşrif buyurdular. Bize avluda sabah namazına kadar sohbet ettiler. Faiz günahının kötü sonuçlarından bahsettiler, gusülden, abdestten ve ibadetten söz ettiler.
Avluda, hafif bir rüzgâr esiyordu. Meltem rüzgârı gibi?
Yanımızda, tam bir feyz ırmağı çağlıyordu sanki.
Nasibi olanlar, oradan kana kana içtiler. Heybelerini doldurdular.
Orada olan herkes tabi ki nasipliydi. Olamayıp gönlü ile orada olanlarda aynı nasipli insanlardı, şüphesiz. Baş hocamız kalp yolculuğundan söz ettiler. İslam'ı kendi kulvarından çıkarıp, ideolojiye dönüştüren anlayışlardan yakındı.
Türk milletinin hızla İslam'dan koptuğuna dikkat çektiler. Okulların imam hatiplere dönüştüğünün, okullarda mescitler ve abdest yerlerinin açıldığından dem vurulduğu bir dönemde, neslin İslam'dan koptuğunu söylüyor Baş Hoca.
El hak doğrudur.
Çünkü öyle camide bile "diyalog" fitnesiyle İslam'dan çıkıldığı günümüz, peygamberin hadislerinde "fitne dönemi" diye uyardığı bir dönem.
İslam, kalp kulvarında Allah'a gitmenin adıdır.
İslam Ahlaktır. Allah'ın ahlakıyla ahlaklanmaktır. Bu kadar cami olduğu halde neden boş, içleri?
Dolu olduğunu düşünelim, neden insanlar bu kadar ahlaksızlaştı ve saygısızlaştı veya duyarsızlaştı, tepkisizleşti peki?
Din ideolojiye dönüşünce, yüzde 99'un olmaktan çıktı bir kere otomatik olarak. Şimdi ne yaparlarsa yapsınlar, camiye daha fazla adam sokamayacakları gibi, camidekini bile İslam'dan soğuttular.
Çünkü öz yok.
Çünkü İslam, kendi yatağından koparıldı. "Evladım İslam, Müslüman'ın iç tabiatında Allah'a yaptığın yolculuğun adıdır" diyen üstadımız, her zaman ki gibi zihnimizde çığırlar açtı, bir bayram günü.
İslam'ın emir ve yasaklarını da, o yolculukta, dikkate alınması gereken yol işaretleri olarak ifade buyurdu.
Olayı görüyor musunuz?
İslam'ı bir işkenceye ve ideolojiye dökenler görüyorlar mı acaba İslam'ın bir zevk ve hal olduğunu.
Görüyorlar mı Allah'a bir yolculuk olduğunu?
"Ölmeden önce ölmek" olduğunu, hayatta iken Allah'a gitmek olduğunu anladılar mı acaba?
İslam'ın getirilemeyecek kadar büyük ve ona gitmek gerektiği kadar zaruri ve hayati olduğunun farkındalar mı?
Şeriatın gelmeyeceği ve "şeriatı getireceğiz" sözünün aslında bir aldatma olduğunu, İslamsızlaştırma olduğunu, şeriatın ancak yaşanacağı ve aslında özü korumak için, emir ve yasaklardan oluştuğunu, gördüler mi?
Veya görürler mi?
İnşallah diyelim!
Şu gerçeği kafamızın bir köşesine yazmak gerek: İslam, bütün sistemlerde yaşanabilecek bir dindir. Tek hak dindir. Bir şartla, emir ve yasaklara müdahale edilmemeli?
Yani oruç tutmaya, namaz kılmaya, zekat vermeye, zikir ve ibadet etmeye, örtünmeye veya tesettüre girmeye? Yani temel hak ve hürriyetlere devlet eliyle bir müdahale edilmemeli?
İşte burada da laiklik devreye girer devreye. Laiklik, devlet eliyle dine müdahalenin önüne geçmeyi yasaklar. Bu iktidar laikliği ihlal ederek, kilise açtı, domuz etini serbest etti, zinayı suç olmaktan çıkardı.
Laiklik, din eliyle de, devlete müdahaleyi yasaklar.
Yanlış laiklik uygulaması, AKP'yi doğurdu, "28 Şubat devlete oynanan bir tertipti", mesela. Bu tespiti o günlerde yapan, Prof. Dr. Haydar Baş'tır. Ve 28 Şubat, Gülen'i büyütürken, Sayın Haydar Baş'ı ezdi. Yaşananların şahidiyim.
Emin olun, hassas laiklik ayarını bu ülkede ancak bir kişi sağlayabilir. Yani devletin dine, dinin devlete olan müdahalesi ancak Prof. Dr. Haydar Baş eliyle durdurulabilir.
Aksi takdirde hep 28 Şubat gider AKP gelir, AKP gider 28 Şubat gelir. İkisinde de, kazanan dış güçler, kaybeden biz oluruz.
Sayın Baş;
Samimi ve doğal Müslüman?
Gerçek Müslüman?
Gerçek vatanperver ve gerçek milliyetçi?
Dindar ulusalcı? Başka bir örneği yok, biliyor musunuz?
Ulusalcı olmak için, dini inkâr gerekmez. Milliyetçi olayım diye "kafatasçı" olunmaz. "Atatürkçü" olayım diye "din düşmanlığı" oyununa gelinmez.
Siyaseti, ekonomisi, sistemi, hemen her şeyi kitlenmiş ülkemi, bütün kitlenmişliklerde kurtaracak anahtar, sadece Baş Hoca'da. Bunu bir kez daha gördüm ve anladım.
Türkiye dümeni bozulmuş gemi gibi dalgalara teslim olmuşken, kendi içindeki çözümden bihaber.
Niyetim siyasi konulara girmek değildi ama siyaseti son nefes için yapan bir insandan söz ediyorsak, onun avlusunda dünyanın bütün sorunlarına çözüm var diyorum.
Nitekim bu çözümü, dünya gördü ancak Türkiye görmedi. Çünkü yalanlar iktidar, gerçekler meclis dışı!.. Ben avluda gördüklerimi bir daha hatırlatayım dedim!
Siz, bayramın birinci günü on binlerce insanı, Akçaabat'ın şehitlik tepesinde sabah ve bayram namazı kılmak için para verseniz toplayamazsınız.
Belli ki, bir tecelli var!
Belli ki, hakta ve hakça bir oluşum var. Oluşta, hak var.
Hacda yaşadıklarımızı yaşadık orada?
Şeytan taşlamaya giderken Mina'da hacılar yerlerde yatardı. Bizde üstadımızın kapısında, bahçesinde, mescidinde, avlusunda hem oturduk hem yattık.
Kahvaltılar yaptık, çaylar içtik. Avluda esen rüzgâr, sanki Mescid-i Nebevi'den geliyor. Bizden de oraya giden sabah rüzgarı vardır diye, selamımızı arz eyledik?
Üzüntümüz şu ki, Türkiye kendi içindeki çözümü görmüyor!
Hazine üstünde oturur ama bütün bir millet dilencilikten kırılır. Ne yapalım, sorumlusu biz değiliz.