Kıymetli okurlarım, bazen sizlerle olamıyorum. Bunu, tembelliğime veya gevşekleliğime bağlamayın ne olur. Aşağı tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyık.. O nedenle, tükürmeden yutuyoruz!
"Değneğin iki ucu" değil, her yeri kirli…
Ne dediğimi, anladınız!
Hava yaz, malum, sıcaklar da artacak. Üstüne içimizin yanmışlığını da eklersek eğer, buz yutsak serinlemeyiz.
Yine de serinlemek için, sizlere tavsiylerde bulunabilirim. Tatil beldelerinde yanacağınıza, çocuklarınızı da alıp, memleketlerinize, köylere gidin. Eğer, bir köyünüz veyan ata dede yurdunuz varsa, gidip konun…
Bizlerin, genlerinde var yaylacılık;
Gitmesekte, gelmesekte, o yaylalar bizimdir. Özellikle, Karadeniz dağlarını tavsiye edebilirim. Kuş ve su sesi, yeter. Geceleri çakal sesleri dahi, eğlence mekanlarının çıkardığı garip seslerden, çok daha güzel.
Netice de, çakal da kendi dilinde, "Allah" diyor.
Öyle değil mi?
Her şey "Allah" diyor. "Yerde ve gökte ne varsa..." her şey…
Ayı, kurt, çakal, ne varsa…
Bütün vahşi hayvanlar, "Allah" der. Vallaha bak!
İnanmıyorsanız, gidin dağlara dinleyin.
Ne demiş şair;
Aşık-ı Yezdan
Der Allah Allah
Talib-i İrfan
Der Allah Allah
İns-ü Cin Daim
Kullukda Kaim
Vahşi Behaim
Der Allah Allah
Bütün mahlukat, "Allah" diyor. Canlı, cansız bütün varlıklar, hep, "Allah" der. Rüzgar, yağmur, su, aklınıza ne gelirse… Yoksa, insan bunları dinlerken huzur bulmaz ki…
Bir kaya dibinde oturursunuz mesela, rüzgarın büyüleyici sanki "Hu" der. İnsan ruhu ile bunlar neden barışık çünkü ruhta Allah diyor, bunlar da… Ruh, bunları duyunca, "sen bendensin" diyor.
Ağaca bakarsınız, bir sağa yatıyor,bir sola. Buğday tarlalarına dikkat ettiniz mi hiç. Başaklar toplu halde yatıp, kalkıyorlar. Bir düzen içinde, aynı anda, sağa veya sola… Buğdayların zikri de böyle, demek ki…
Hiç, dağda bir kaya dibinde, uyudunuz mu?
Şehirliler, bilmezler ki!..
Korkmayın uyuyun.
Peki ya, sürülmüş toprak üzerinde uyudunuz mu?
Ben uyudum.
Yok böyle bir uyku.
Ölmeden, yatın bence toprağa…
Hissedin toprağı. Ana kucağı gibi…
O zaman anlıyor insan, sonsuzluk uykusu için, neden toprağa uzatıldığını.
Neyse, ben sizlere yaylalardan bahsedecektim ama bakın, konulara nerelere geldi. Bunda da, bir hayır vardır.
Toprağı, tanımıyor, yeni nesil. Her şey toprakta oysa. Bereket toprakta, rahmet toprakta… Gelecek toprakta, igeçmişte toprakta… Öyle olmasaydı, toprak için toprağa giren,şehit olur muydu?
Peygamber bizi, toprakta bekler. Ali, Hasan ve Hüseyin, bizi toprakta beklerler. Hz. Fatıma validemiz… Sevdiklerimiz bizi, toprakta bekler. Bizler sevdiklerimize yine, toprakta kavuşuruz, öyle değil mi?
Toprak deyip geçmememek lazım.
Yunus ne güzel demiş;
"Hor bakma sen toprağa, toprakta kimler yatar
Hani bunca evliya, yüz bin peygamber yatar"
Toprağı, yörükler kadar, hisseden olmaz neden. Çünkü onların işi, toprakla. Toprakta, güzel bir koku gelir, hiç aldınız mı? Yörükler de toprak kokar. Toprak, insanı mütevazi yapar. Toprak anadır, hep örter.
Toprak hastalanırsa, insan hastalanır. Zehirlenirse, insan zehirlenir. Ne dediğimi anladınız. Bu kadar insan, niye hasta sanıyoruz. Toprağı zehirlediler de ondan.
Neyse, girmeyelim bu konulara.
Ben size;
Yayla diyeyim, siz yörük anlayın.
Toprak diyeyim, yurt anlayın.
Yaylacılar bilir, yurt yeri kutsaldır. İzinsiz, konulmaz.
Kısmet olursa, bu yaz, babamın, dedemin yurt yerine gideceğim. Ninenin oturup tespih çektiği taşlar duruyorsa, oturacağım üzerinde.
Buz gibi yayla suyundan içeceğim. Bir tas suyu, ancak on dakikada içersiniz, o kadar soğuk.
Aşağı oba, yukarı oba vardı. Biz yukarı obadaydık. Yaklaşık çadırdan oluşurdu. Çadırların alanı 70 metrekare vardı, On iki direkli olurdu yaklaşık. Direkler arası, elle dokuma, kök boyalı kıl perdelerle bölünürdü.
Ortadaki direkte, bir fener asılı dururdu. Rüzgar eksik olmaz, çadırla birlikte fenerde, sallanır dururdu. Direklerden aşağıya doğru uzunca sarkmış, aynalı el örmeli süslememler vardı. Hepsi rengarenk…
Heygidi günler hey!
Akşam çadırda, ateş etrafında toplanır, çaylar içerdik. Yıldızları izleyerek uyurduk.
Sabahın seher vaktinde, hepimiz uyanırdık. Şafak sökerken, parlak bir yıldız doğardı. İlk çıktığında, bir tepede ateş yanıyor sanırdık.
Annem ekmek pişirirdiğinde, kokusunu ta uzaklardan alırdık. Babam, acelesi olduğunda, isportolu ocakta çay demlerdi. Piknik tüpler, sonra icat oldu.
Radyo köyde iki yada üç evde vardı. Dünyanın bizden ibaret olmadığını, o radyoyu dinlerken anlardık.
Birgün Abdurrahman emmi radyoyu açmış, türkü dinliyoruz.
Rahmetli ninem gözleri de görmediği için, "Abdurrahman oğlum, yazıktır adam size o kadar türkü söyledi, biraz dinlensin, ona bir ayran ikram edin" demişti.
Belki yokluk vardı ama daha mutluyduk.