Türk insanı, inancından uzaklaşıyor diye birçok farklı çevreden itiraflar geliyor. İslam ile Türk toplumu arasında uçurumlar büyüdü. “İslam’ı getireceğiz!” diye yola çıkanların, İslam’ı götürdüklerini görüyoruz.
Demek ki, İslam gelmezmiş!
Onca haçlı seferine karşı koyan millet, AKP ile haçlıdan gelen her şeyi hazmetti. Ekonomiyi bitirdiler yetmedi, en iddialı oldukları, İslam’ı dahi bitirdiler. Toplumda deistlik, ateistlik aldı başını yürüyor. Kendileri itiraf ediyorlar “insanlar bizlere bakıp dinden soğudular” diye.
İslam’ı ahlaktan ve imandan ayırırsan, olacağı bu…
İslam’ı insan nefsine giydirmek yerine, devlete veya sisteme giydirmeyi hedeflersen, başka netice almak mümkün olmaz. Din gömleğini ters giymek, buna denir.
Necmettin Erbakan ile başlayan İslam’ı sisteme giydirme anlayışı, AKP ile devam etmiş ve bugün istemediğimiz mevcut sonuçlar doğmuştur.
Bazı okurlar Erbakan’ı işe katınca alınganlık gösteriyorlar “AKP ile ne alakası var!” diyorlar. Mevcut iktidarın kemik kadrosu, Erbakan’ın talebelerinden oluşur. “Milli görüş gömleğini çıkardık!” diyerek yola çıktıklarını unutmuş değiliz!
Hatta “iktidar olmak için gerekirse papaz gömleği dahi giyeriz!” dediler, bu da tamam. Ama bütün bunlara rağmen eser, Erbakan’a ait. Çünkü hepsini o yetiştirdi. İstanbul belediye başkanlığına kendi gibi Gürcü kökenli olan Sayın Erdoğan’ı aday göstermesi, çok bilinçli bir tercihti.
Sonrası, zaten hep bir senaryoydu!
Erbakan’ın ekibi “gelenekçiler-yenilikçiler” şeklinde ikiye ayrılıp içlerinden bir gruba verilen destek, Gül ve Erdoğan’ı CB ve Başbakanlık koltuklarına oturttu. Ve sonra askerin başına çuval geçirildi. “Orduya kumpas kuruldu”, “kandırıldık” itiraflarının ardından, 15 Temmuz oldu.
Askeri okullar ve askeri hastaneler kapatıldı ve bir daha açılmadı. İçine FETÖ kaçtıysa, kurumu ortadan kaldırmak gerekli miydi? FETÖ’nün çıktığı belediyeler, başbakanlık, cumhurbaşkanlığı, genelkurmay başkanlığı hemen hepsi yerinde duruyor kurum olarak.
Neyse!
Kısacası Türkiye’nin AKP ile son 20 yılda geldiği bu durumda, Erbakan felsefesinin çok büyük payı var. İnsanların yetişme tarzları, benimsedikleri fikirler, edindikleri anlayışlar kolay kolay değişmez.
1977 seçimlerinde “seni vekil yapalım” teklifiyle geldikleri Haydar Hoca, bunlarla beraber olduğu 3 yıl kadar süreyi “hayatımın yanlışı” diye anlatacaktı. “Bunları tanıyayım diye, Allah beni içlerine düşürdü. 12 Eylül bunlarla arama mesafe koymam açısından rahmet oldu” diyecekti.
Erbakan’ın “akıncılar” grubu sokaklara “Dinsiz Devlet/ Yıkılacak Elbet” sloganları yazarken, Haydar Hoca aynı teşkilat içinde olmasına rağmen, geceleri elinde kireç kovası ve fırçayla, yazdıklarını silerdi. Haydar Hoca’yı “devletçi” diye suçlamaları, ta o zaman başlar. Bir gün yazıları silerken polislerle karşılaşır. Polisler “hocam sizin sildiğiniz bu yazıları, sizinkiler yazıyor” diye şaşkınlığını belirtir.
Nitekim yollarını ayırmadan önce Erbakan’a şunu söyler:
“Sayın Hocam eğer siz, kendi adınıza bir siyaset yapıyorsanız diyecek bir sözümüz yok yolunuz açık olsun. Yok eğer, bizim adımıza ve bu milletin kurtuluşu adına siyaset iddiasındaysanız yanlış yapıyorsunuz, konuşmamız gerekiyor!”
Bu konuşma milat olur Haydar Hoca için ve yolunu ayırır. Ancak Erbakan grubu ömrü boyunca Haydar Baş’a “devletin adamı”, “askerin adamı”, “MİT’in adamı”, gibi iftiralar attılar. Erbakan İslam’ı bilmezdi. Bildiği makine ve motordu aslında.
Haydar Baş ise İslam’ı hem bilir, hem yaşardı. İslam’ın sisteme değil, insana geldiğine inanır. Bu nedenle, Erbakan laiklik ile sistem veya devlet ile çatışırken, Haydar Baş bu anlayışın hep karşısında olur. Etrafına sistemle değil, kendi nefsiyle çatışmayı öğretti. Erbakan ve çevresi İslamcı, Haydar Baş ise dindardı. Fark bu…
Bir mukayese yapmak için bunu hatırlatmadım. Erbakan’ın yetiştirdikleri ne olursa olsun iktidar olalım felsefesinde oldukları için, Türkiye bugünlere geldi. Ölçüsüz iktidar olma hırslarını keşfeden bir güç, onlara arzuladıklarını verdi ama karşılığında, aldıkları oldu. İktidar sahipleri kazandı, millet kaybetti.
“Son nefes için siyaset yapıyorum” diyen Haydar Baş ise ABD’nin görüşme talebini dahi reddetti. O, imanı ve onuru ile vatanı ve de dini için yaşadı. Unutulmaz bir duruş bıraktı. Gerek İslam’ı doğru anlamada ve yaşamada, gerekse milli bir siyaset izlemede, tartışmasız lider oldu. Milliyetçiydi, dindardı, ulusalcı ve de antiemperyalistti.
“Huzur İslam’dadır” diye 40 yıl arabaların arkalarına yazanlar, yanıldılar:
Huzur insandadır!
İslam’ı yaşayan insanda…
“Huzur İslam’dadır” diyenler, ülkede huzur bırakmadılar. “Rızık Allah’tandır” dediler ama küresel beyleri, yandaşları doyurduktan sonra! Şükretmeyi, peşkeşi ve yağmayı kapatmaya, örtü yaptılar.
“Peygamber makarna yerdi!” diyecek kadar uçtular. Bilmeyen de peygamberin makarna fabrikası açtığını sanır. İktidarlarının devamı için peygamberi bile “makarnacı” yaptılar. İnsanımızı dinden soğuttular, imandan ettiler. “Bunlar Müslüman’sa ben değilim!” dedirttiler.
Kuran’ı mızrak ucuna takıp, siyasi emellerine alet edenlere karşı Ali duruşu ne ise, İslam’ı koltuk uğruna siyasi emellerine alet edenlere karşı Haydar Baş duruşu da, odur. Bu duruşa, her zamankinden daha fazla ihtiyacımız var. Ne olursa olsun iktidar olalım hırsının, ülkeyi getirdiği duruma bakıp, ibret almak lazım.
Kendilerinin dahi şaşıracakları sonlarını, hep birlikte gördüğümüzde durum daha da anlaşılır olur.
