İnandım, Atatürk Kutbü’l Aktab

Türkiye, hiç olmadığı kadar Atatürk’ü benimsedi. Siz bakmayın deli katırların attığı çiftelere… Andımız hiç bu kadar okunmamış, hiç bu kadar gündem olmamıştır. Bizim milletin ters bir tarafı var, bir şeyde inat ederse, imkânı yok dönmez.
Ata’ya dönmeye inat etti bence…
Ne tipler var şu ülkede:
Adam güya öğretmen, duvardaki Atatürk resmini indirtiyor. Duvardaki resimde, meydandaki heykelden rahatsız oluyorlar. Atatürk işte, böyle büyük bir insan… 
Resmi bile iş görüyor.
Annesi öyle büyük bir kadın… 
Doğurduğu evladın, resmi ve heykelleri dahi, hainleri ayırt etmede, turnusol görevi görüyor.
Yaşa, Mustafa Kemal Paşa, Yaşa!
Çarşamba akşamı, Meltem Tv ekranlarında Prof. Dr. Haydar Baş beyin ve güzide kadrosunun Atatürk değerlendirmeleri vardı. Atatürk’ü bir kez daha canlı, stüdyoda kendilerinden dinledik. 
Müthiş tespitler yaptılar.
Hiç kimsenin bakmadığı bir yerden, Atatürk, çok orijinal bir bakış ile yeniden anlatıldı. Atatürk’ün askeri yönü, devlet adamlığı mücadele adamlığı, ekonomiye bakışı, eğitimciliği, öğreticiliği, hatta geometri kitabı yazacak kadar matematikçi olduğu dahi anlatıldı ama O’nun, manevi kişiliği anlatılmadı.
İşte Baş Hoca’yı ve Hoş Geldin Atatürk’ü, Atatürk değerlendirmesinde farklı kılan bu yön. Tasavvufta Kutbü’l- Aktap kavramı vardır. Bir, iki, hatta üç kişi olabilirler. Allah’ın velileridir bunlar. Görevleri farklı farklıdır.
Atatürk’ün bu zatlardan biri olduğunu, Atatürk’e ait beyanlarla ortaya koydular. Bu gerçeği dillendirmek, Atatürk’e kutsiyet izafe etmek değildir. Bu ülkede Papa’ya “kutsiyet penahları” dendiğinde, rahatsız olmayanlar, Atatürk’e “kâmil insan” denmesinden rahatsız olmaları çok düşündürücü.
Papa bu ülkede tam iki defa hâşâ, “ermiş” gibi karşılandı. Papaz’a “hürmet” Müslüman’ı dinden çıkarır gerçeği ortada iken, bunlar yapıldı. Üstelik Sultan Ahmet Camisi’nde “huzur duruşu” diye bir şey icat edip, hindi gibi durdular.
Biz bu ülkeyi haçlılardan kurtaran, ömrü haçlılarla savaşlarla geçmiş ve onlara hiç yenilmemiş, bir zattan söz ediyoruz. Atatürk’ün kerametleri var, en başta ülkeyi düşmanlardan kurtarması ve bu cumhuriyeti kurması, onun en önemli kerametleri.
Gençliğe hitabeleri, bir başka kerametleri… Yüz yıl önceden olayları görüp haber vermek, Müslüman için, İslam’da keramet ile açıklanır. 
Kısacık ömrüne 11 savaş sığdırmış büyük insan. Kendini milletine öylesine adamış ki, annesinin kabri başında, milleti için gerekirse şehit olmaya yemin etmiş, büyük Türk. Peygamber efendimiz “nasıl yaşarsan öyle ölür, nasıl ölürsen öyle dirilirsin” buyurmuş.
Kalbine şehit olmayı koyan bir Müslüman yatağında dahi ölse şehittir. Kendini milletine adamış, bedelsiz insan. Prof. Baş, Atatürk’ü yazmadı, Atatürk’ü yaşadı. O stüdyoda, bunu bir kez daha gördük. Yıllarca bize Atatürk’ü anlattı.
O’nun manevi bir kişilik olduğunu, yeni öğreniyoruz. İşi hep Müslümanlarla oldu, gâvurlarla işi, savaşmak oldu. Yaptığı paktlar, Müslümanlarla… Şimdikiler gibi AB ve ABD ile yatıp kalkmadı.
Beyazıtı Bestami, Kutbü’l Aktab'ı merak eder, aldığı işaret üzere, bir demirci dükkânına gider. Selam verir, oturur. İşyeri sahibinin kendisiyle ilgilenmesini bekler. Nihayet işyeri sahibi, selamı alır ve Beyazıt ile sohbete başlar.
Beyazıd-ı Bestami elini öper zatın. O da, Beyazıt-ı tanır hürmet eder, halleşirler.  Beyazıt kafasındaki soruya cevap arar. İçinden, “Allah’ım neden bu zat?” diye sorar. Beyazıt, soru sorar:
-“Senin bir derdin var mı?”.
Zat:
-Evet, büyük bir derdim var!
Sorar Beyazıt: “Derdin nedir ve ne zamandan beri var?”
-Kendimi bildim bileli…
-“Dert nedir?” der, Beyazıt.
-“Ben her gün insanları düşünürüm. Ne yerler, ne içerler. Yaptıkları kötülüklere üzülür ağlarım. Yarabbi, onlar yerine, beni ateşine at diye feryat figan ederim her gece.  Geceleri uyuyamam, elimde değil. Bu dert, neden beni buldu bilmiyorum. Şikâyetçi değilim lakin yıllardır, böyleyim…”
Beyazıt, zatı dinlerken ağlar ve el öpüp, huzurdan çekilir.
Kıymetli dostlar!
Atatürk kadar bu milleti dava edinen, onların bağımsız olmasını dert eden, hayatını onlara adayan, Allah’a yalvarıp, “eğer bu millet esir olacaksa, hemen canımı al, yaşamak istemiyorum” diyen bir ulu kişi…
Baş Hoca’yı dinlerken, yaşanmış bu hikâye geldi aklıma…
İnandım, Atatürk Kutbü’l Aktab.
İsteyen Papa’ya inanır, isteyen Atatürk’e!
Son bir şey: Diyanet Reisi, biraz daha beklese, Papa seçilebilirdi. Çünkü Papa’nın Hıristiyanlık hakkında, yazılmış bu kadar eseri olduğunu sanmam. Tam Papa olacak adammış, hakkını yemişler!
Papa olamayınca, diyanet reisi olmuş!
Hele de, İsa heykeli altında, kilisede, Nurcularla çektiği resimde, o kadar mutlu görünüyor ki, inanamazsınız!..
İnandım, Atatürk Kutbü’l Aktab

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön