O’nunla olduğumuz her günü, kandil gibi geçirirdik.
Hayatı fikir ve zikirdi.
Beraber olanlar ya zikreder, ya fikrederlerdi. Üçüncü bir ihtimal yoktu. Büyük ve derin bir tefekküre sahipti. O’nun gönül denizine yelken açtığınızda, tarifsiz bir manevi zevk yaşardınız.
Beraber olduğumuz son kandilde, elinde sarı bir tespih vardı. Sanki bu dünyaya ait olmayan bir renkti. Sarı dediysem tam sarı değil, sarıya yakın sarı diyebileceğim bir renk…
Bazen insan anlık duygular yaşar, tatlar ve kokular alır veya görür “bu dünyaya ait bir şey değil” der ya… İşte bu dünyaya ait olmayan bir renktendi o tespih. Veya bana öyle geldi…
Neyse ki, aramızdan ayrılmaya sadece günler kalmış meğer. Ötelere ait ve aramızda bir kaç gün mühleti olan bir misafirmiş. Son günlerde gözlerini kapatıp bir an ortamla ilişiğinin kesilmesini ve aramıza döndüğünde “evet” demesi, pek alışkın olmadığımız bir haldi.
Onun fikir denizinde öyle bir yıkanırsınız ki, huzurundan tertemiz ayrılırsınız. Milli ve dini fikirlerle yüklenir gidersiniz. Yüzünüzde bir aydınlık zihninizde bir duruluk hasıl olur.
Dilinizde Türk Milleti düşmez artık. “Ehl-i Beyt, Atatürk” der, başka bir şey demezsiniz.
Atatürk milli çizginiz, Ehl-i Beyt dini çizginiz olur.
Ali olursunuz, Mauviye dünyasında.
Dini ve milli bütünlüğün Haydar Baş sofrası o kadar zengin ki, yok yok…Konuşma içerisinde “akletsenize!” derdi. Söyledikleri, akıl ve kalp dünyanızda geri dönüş yapmıyorsa, sağlıklı sinyal almıyorsa “man kafa-mantar kafa” veya “NATO kafa” neşterini yersiniz
Kırılmak mı!
Öyle bir muhabbet hali yaşarsınız ki, kendiniz de kendinize düşman olursunuz. Elma diye elini keserken Yusuf’u gören acı hisseder mi!
Gözleri değil odaya, aleme hükümdar…Bunu yaşarsınız, haliniz değişir, titrersiniz. Duvarın arkasında olsanız da, size soru gelebilir.
Kandil günleri hele bambaşkaydı;
Ezanlar, kametler, tekbirler ve namaz. Tam bir huşu içinde namazı kılardık, birlikteyken. O ses tonu yok mu, hep okusun, ruhunuzu teslim edene kadar kılmaya devam edeyim dersiniz.
Yorulmak şöyle dursun, namaz kılarak dinlenmiş olursunuz.
Ben İslam’ın aşk boyutunu, gördüm.
Dokundum ona.
Dudaklarım öptü o eli.
Bunu unutmam mümkün değil.
Yerine bir şeyi koymam, hiç mümkün değil.
Civcivin kabuk içindeki dünyasıyla, kabuktan çıktıktan sonraki dünyası aynı olmaz. Vakti geldiğinde, gaga darbesiyle gözünü yeni bir dünyaya açar. Kabuk kırılmadan önce civcive yeni bir dünyadan söz etmek nafile.
Çünkü dünyası kabuk içi kadar. Uçsuz bucaksız bir aleme kanat çırpmak çok sonra olur. Ruh gagasıyla içinde bulunduğunuz dünyanın delinmesi gerekir. İnsanoğlu böyle bir kemalat ile tanıştığı kadar mutlu, tanışmadığı kadar mutsuz olur.
“İnsanoğlunun ziyanda olduğu” yaratıcı beyanıdır. “Salih amel işleyip, hakkı ve sabrı tavsiye edenler” de müstesna. Salih amel için, salih kişi gerek. Çırakla oto tamiri bile olmaz ki, insan tamiri olsun.
Neyse kuyumuza attık kovamızı, gelenler bunlar!
Az veya çok razı gelin canlar.
Fazla zorlayıp, kovayı kırmayalım!
Varsa hatamız affola…
Berat ola…
Ay’ın 14’ü yüzüne sahip, gül yüzlümüzü, bir 14 Nisan günü beden olarak aramızdan çekti aldı
Gemi kalktı limandan.
Sessizce yol aldı.
Ne mendil sallayabildik, ne kol.
Rıhtımda kaldık.
Elemliyiz.
Gözlerimiz nemli.
Biçare gönülleriz.
Her anımız matem.
Gideceğiz birgün, görmek için.
