Türkiye, binlerce yıldır tarım yapılan topraklara sahip. Buğdayın anavatanı kabul edilir. Dünya tahıl ambarı kabul edilirdi. Şimdi, biliyorsunuz, buğday ithal eden ülke olduk. Ancak konumuz bu değil. Bundan, daha önemli bir sorundan bahsedeceğim.
08.03.2017 tarihli, “Türkiye’yi tohumla vurdular” yazımda, “tohum” konusunda düştüğümüz tuzakları anlatmıştım. Bu yazım, binlerce sitede paylaşılmış, milyonun üzerinde tıklanmalara sebep olmuştu.
Ne yazık ki, duymaları gerekenler duymadılar. Tohum konusunda oynanan oyunlardan kurtulamadık. Oyuncular “içerden” olunca, gerçekler gizlenmeye devam ediyor.
Irak’ta işgalin ilk günlerinde, Irak’ın Ebugarip’teki tohum merkezinin içinin boşaltıldığını ifade etmiştim. Irak, işgal öncesi tohum örneklerinin bir kısmını daha güvenli bulduğu Suriye’ye göndermişti. Bunu da yazmıştım.
Halep tohum merkezinde saklanan Irak tohumlarının peşini, ABD bırakmadı. Suriye karıştırıldıktan sonra, o tohumlar Suriye’ninkiyle birlikte götürüldü. Bir düşünün lütfen, Irak işgal ediliyor, ilk boşalttıkları yer, hazinesi ve tohum merkezi oluyor.
Peki, ABD, neden bu tohumların peşinde?
Ayrıca sadece ABD mi bu işin peşinde?
Elbette hayır. Tohum artık bir silaha dönüştü.
GDO’lu, tohumlar, toplumların sağlıklarını tehdit ediyor. Dünyaya tohum satan İsrail, kendi vatandaşlarına, kendine ait tohumları dağıtmıyor, İsrail çiftçileri geleneksel tarım yapıyor. Ayrıca kanser yok denecek kadar az bu ülkede, niçin?
İsrail’den en çok tohum alan ülke ise Türkiye…
Tohumu alan ülke, onun gübresini de alıyor. “İlaç” diye zehrini de alıyor ve kendi eliyle kendi topraklarını zehirliyor. Toprağa atılan GDO’lu tohum, böcekleri çekiyor, sonra bu böceklerden kurtulmak için, “ilaçlama” adı altında topraklar zehirleniyor.
O tarım ilaçları, tüketiciyi hasta ediyor. Bu sefer hastalar için, ilaç gönderiyorlar. Şimdi ben size ilaç devi BAYER’in, artık tohum devi olduğunu söylesem, nasıl değerlendirirsiniz. Yani hem zehirlerken kazanıyor, hem “tedavi” ederken.
Çarkı gördünüz mü?
Bu işin bir boyutu para diyelim ama ya öbür boyutu?
ABD öncülüğünde 2008 yılında Norveç ve Kuzey Kutbu arasında bulunan Svalbard buzullarının üzerine bir ‘Ambar’ inşa edildi. “Küresel bir felaket senaryosu karşısında, bitki türlerinin yeniden kök salması için” inşa edilen ve 'insanlığın son umudu' olarak nitelendirilen 'Kıyamet Ambarı' aslında bir hırsızlık ambarıdır.
Kırk haramiler, bunlardan daha dürüsttü inanın!
Tezgâha bakın siz!
2 milyar 250 milyon tohum kapasiteli tesisin içinde şu an, 500 milyona yakın tohum muhafaza ediliyor. Plataberget Dağı’nın yaklaşık 120 metre içerisinde yer alan mahzene, en çok tohum gönderen ülkeler arasında, Türkiye geliyor.
Irak’tan ve Suriye’den aşırılan tohumlar da, bu mahzende toplandı. Güya Irak ve Suriye’ye ileride geri verilecek. Irak ve Suriye, aynen Türkiye gibi 10 bin yıllık tarım tecrübesine sahip toprakların ülkeleri…
Irak’ta ve Suriye’de işgal ve terörle elde ettikleri sonucu, Türkiye’de "tohum yasası" ile elde ettiler. Türkiye’de 31 Ekim 2006 yılında çıkartılan 5553 sayılı “Tohumculuk Yasası” ne yazık ki, Türk çiftçisi için çıkartılan bir yasa olmaktan çıktı, Türk çiftçisinin elinden tohumunu alan yasaya dönüştü.
Yasa, Türk çiftçisine “sertifikalı tohum” dayatarak, yerli tohumdan uzaklaştırdı. Çiftçiyi canından bezdirdi, cezalarla, tehdit ve şanjanlarla dolu yıllar yaşattı. 31 Ekim 2018 tarihi itibariyle yani dün itibariyle “yerli tohum” defteri, tamamen kapatıldı.
Faruk Çelik’in “2018 de sertifikalı tohum kullanmayan destek alamayacak” açıklaması, 12 yıllık yasanın gereğidir. Yerli tohum kullanan çiftçi ürünü reyonlarda yer almayacak ve asla destek görmeyecek. Yani ABD tarım bakanlığı bizim tarımı yönetse farklı ne olurdu takdirlerinize bırakıyorum.
12 yıldır “takas” yöntemi ile çiftçinin elindeki yerli tohumu alındı, yerine hibritli-sertifkalı tohum verildi. Artık çiftçi, tamamen küresel tohum ağalarına, marabalık yapacak.
Yerli tohuma “sertifika” almak, çiftçi için nerdeyse imkânsız. Çiftçinin yerli tohuma sertifika alayım diye bir sürü bürokratik engellerle uğraşacak ne zamanı, ne de imkânı var. Emine Hanım’ın son aylarda bizzat öncülük ettiği, “yerli tohum” takası, bizzat hükümet eliyle sonlandırıldı. Çiftçiden "takas" yoluyla alınan tohumlar nerelere gitti?
ABD’nin işgal ve terörle elde ettiği tohumların, Türkiye’de "yasa" ile ve de “takas” gösterileriyle çiftçi elinden çıkıp, Kıyamet Ambarı’nı doldurduğunu söylememe gerek yok sanırım. Türkiye’de “milli tarım” sakızları çiğnenerek, tohumların elden çıkması, iyi planlanmış gösterilerdi doğrusu.
Yarın birgün iktidar, “tohum konusunda kandırıldık” derse, şaşırmam ama bu neyi değiştirir. Yerli tohumları alan, Norveç'i geçti!
“Ata tohum” konusunda bir gaflet mi, yahut ihanet mi içinde olduğumuzu, ileride anlayacağız. Bitki ve tohum çeşitliliğini ele geçiren tekel güçler, bizden aldıklarının genetiğini değiştirip, tekrar bize satıyorlar.
Türkiye’nin Kanada’da aldığı mercimek, Türkiye’den buraya gitti. Şimdi bize satıyorlar. Türkiye bugün tohum ithal eden bir ülke oldu. Tohum pazarının yüzde 70’i yabancıların elinde… GDO'lu tohumların yüzde 90'nı ABD'li şirketlerin elinde.
Sebze tohumunu İsrail, Hollanda ve İspanya’dan alıyoruz mesela.
GDO'lu Tohum, silahtır.
Hindistan’da 2002-2007 arasında tefecilerden borç alarak, geleneksel tohumlardan daha pahalı GDO’lu tohumlar alıp iflas eden 200 bin köylü intihar etti, bir milyon köylü böbreğini sattı.
Prof. Dr. Haydar Baş’ın onlarca yıldır “tarım stratejiktir” diye seslendirdiği bu konu, ne kadar stratejik anlaşıldı sanırım. Ülkemiz maazallah öyle kanser patlamaları yaşayacak ki, sağlık sistemimiz çökecek. Uyandığımızda, iş işten geçmiş olacak. Bugün kanser olmayan aile yok nerdeyse.
Yerli tohuma sertifika tuzağı!